Peygamberler şehri olan Şanlıurfa’nın tarihi, doğal ve kültürel...
Yaptığım her tatil birbirinden farklı olsun istiyorum. Her sene aynı denize girip, aynı kumsalda güneşlenme mantığını kafam pek almıyor.. Hal böyle olunca deniz-kum-güneş üçlemesindense kültür turları son zamanlarda radarıma daha çok giriyor. Ama kültür turlarında da farklı bir tat arıyorum. Benim tatile çıkmam bir olay gibi gözüküyor değil mi?
Hayır, aslında değil. Kafayı taktığım, görmeyi çok istediğim yerler olunca beni durdurabilene aşk olsun. Şanlıurfa da görmek için yanıp tutuştuğum yerlerden biriydi. Hal böyle olunca seyahat arkadaşım olan annemi aldığım gibi düştük yollara.
Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar
Türküye eşlik ettiğinizi duyar gibi oluyorum. Bu şehir insana türkü yaktıracak kadar güzel. Şehre girer girmez burayı seçmenin ne kadar doğru bir tercih olduğunu anlıyorum. İlk istikamet, Balıklı Göl. Hani balıkların kutsal olarak kabul edildiği yer. Balıklı Göl, Hz. İbrahim’in ateşe atıldığında düştüğü yer olarak kabul ediliyor. Dönemin zalim hükümdarı Nemrut ile düştüğü görüş ayrılığı Hz. İbrahim’in ateşe atılmasına neden oluyor. Allah’ın verdiği emir ile ateşi göle, ateşi harlayan odunlar da balığa dönüşüveriyor.
Hikaye, orayı ziyaret eden herkes gibi bizim de tüylerimizi diken diken ediyor. Anlatılanların etkisi sürerken, Balıklı Göl’ün yakınındaki Hz. İbrahim’in doğduğu yer olarak kabul edilen mağaraya geçiyoruz. Kapısında yazan “Edeple giren, lütufla döner” cümlesi hayatı sorgulatan cinsten. Bakalım daha ne kadar etkileyecek bu şehir bizi. Mağarada bulunan şifalı sudan içerek yola devam ediyoruz.
Harran Ovası
Harran dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olarak anılıyor. Sözlük anlamı da yolların kesiştiği yer. Gerçekten de isminin anlamını yaşamış bir yerleşim yeri, çünkü zamanında birçok medeniyete başkentlik yapmış. Ayrıca tarihteki önemli alimlerin yetiştiği ünlü Harran Üniversitesi’ni de içinde barındırmış. Günümüzde sadece kalıntılarının kalmış olması bile bizi büyülemeye yetiyor. Yöreye özgü kıyafetleri giyip Harran’ın en belirgin mimari yapıları olan konik evlerin yanında fotoğraf çektirmeyi ihmal etmiyoruz tabi ki.
Şu Fırat’ın suyu akar serindir
Şehrin bünyesinde yer alan her güzelliğe yazılmış bir türkü var, haklılar ama ben olsam ben de yazardım. Büyülenmeye Fırat nehri ve elverişli topraklar üzerinde kurulmuş Birecik ile devam ediyoruz. Öncelikle Birecik kalesine çıkarak şehri ve Fırat nehrini kuşbakışı izleyip bu anı ölümsüzleştiriyoruz. Birecik’in simgesi olan Kelaynak kuşlarına da rastlamış olmamız bizim için güzel bir tesadüf oluyor.
Birecik Barajı’nın sular altında bıraktığı Halfeti’yi görmeden Şanlıurfa’yı gezdim sayılmazsınız diyen yerel halkı iyi ki dinlemişiz diyoruz Halfeti’ye ulaşınca. Siyah gülü ile ünlü bu tarihi kent saklı bir cennet gibi karşımıza çıkıyor. Kuşbakışı şehri izleyerek huzur buluyoruz.
Sular altında kalan kısmı da kiraladığımız tekneler ile dolaşıyoruz. Şehrin o hali hüzünlendiriyor bizi. Ama turizm gibi önemli bir iş kolunu beraberinde getiriyor olmasına da seviniyoruz. Tekne turundaki bir sonraki istikametimiz Rum Kale. Kale desen değil, kayalık desen değil değişik bir yapı. Tekneden inerek burayı da geziyoruz. 85 mt’lik kuyusu ile birlikte yükseklik korkum da tavan yapıyor.
Dünya tarihini değiştiren Göbekli Tepe
Örencik köyü yakınlarında bulunan Göbekli Tepe, dünya tarihinin en eski tapınağına sahip. Kazıların halen devam ettiği Göbekli Tepe tapınağının İngiltere'de bulunan Stonehenge'den 7000, Mısır piramitlerinden ise 7500 yıl daha eski olduğu belirtiliyor. İnşası Milattan önce 10000 yılına uzanan Göbeklitepe yerleşik tarih anlayışını ve bilgilerini değiştirip, dinler tarihini sorgulatacağa benziyor.
Sıra gecesi ve kebaplar
Şehri türküleri söyleyerek gezdiğimizden sıra gecesine antrenmanlı geldiğimizi sanıyorduk ama yanılmışız. Bizim repertuvarımız pek de geniş değilmiş. Yöreye özgü ağır türküler eşliğinde zil çalan karnımızı lezzetli yemekler ile susturmaya çalışıyoruz. Ciğer kebabı, urfa kebabı, künefe gelir gelmez tükettiğimiz lezzetler.
Daha önce yediğimiz urfa kebaplarıyla yerinde yediğimiz urfa kebabı arasında dağlar kadar fark var. Rekora koşup bir porsiyon daha söylüyorum. Bir daha nerede bulacağım böyle güzel kebabı. Zaten sıra gecesinde çalınan şarkılar da hareketlenmeye başlıyor yavaş yavaş. Halay çekip yediklerimi eritirken, gözümüzün önünde çiğ köfte yoğrulmaya başlanıyor. Kapanış olarak çiğ köftelerimizi de midemize indirdikten sonra gördüklerimizi ve yediklerimizi sindirmek için otelimizin yolunu tutuyoruz.
Benden size tavsiye, bunları yapmadan Şanlıurfa’dan dönmeyin:
-Balıklı Göl’de balıklara yem atın
-Ciğer kebabı ve Urfa kebabı yiyin, birer porsiyon da fazladan söyleyin.
-Harran’da yöresel kıyafetleri giyip fotoğraf çektirin.
-Sıra gecesinde halay çekin